Türk toplumunun en ilginç özelliklerinden birisi, yaratıcı ve üretken insanlarına öldükten sonra sahip çıkmasıdır. Ben bu -tavrın dışına çıkmaya çalıştım ve büyük usta Ömer Faruk Atabek hayattayken kendisiyle uzun bir görüşme yaptım.
Yaşam öyküsünü bana enine boyuna anlattı. Konuşurken sözcüklerin üzerinde durur, adeta onları da resimlerinde olduğu gibi bir düzenlemeye tabi tutar, tane tane konuşur; karşısındaki insanın öğrencisi olduğunu düşünürdü. Böyle bir tavır, gözlemci bilim ve sanat adamlarında bulunur; hemen karar vermezler, her türlü konuya titizlikle yaklaşırlar ve kılı kırk yararlar. Atabek'in de böyle bir kişiliğe sahip olduğunu gözlemledim.
Osmanlı Devleti'nin 18. yüzyılda Avrupa ile başlayan kültürel ilişkileri yoğun bir dönem yaşamış ve batı resim tarzı Türk sanatçıları tarafından benimsenmeye başlanmıştır. Geleneksel sanatlar konusunda aynı gelişmeden söz etmek belki mümkün değildir, ancak minyatürde yeniliklere imza atan bir isim vardır ki hiç unutulmaz, bu Levni'dir.
Minyatür sanatçısı Levni, resimlerinde kıvrak ve hareketli dans eden kadın figürlerini çalışmıştır. O güne dek günlük hayatta görünmeyen kadınlar, Levni'nin minyatürlerinde ortaya çıkmaya başlamıştır. Cumhuriyet döneminde de batı tarzı resim sanatı önemli gelişme göstermesine rağmen, geleneksel sanatlar çok fazla ilerleme gösterememiştir. Bu sanatlarla uğraşanların sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır, işte Ömer Faruk Atabek bu sanatçılardan birisidir.
Atabek, eğitimini İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nde tamamladı; şanslıydı, çünkü döneminin önde gelen sanatçı ve öğretim üyelerinden ders aldı. Bunlar Zeki Kocamemi, Şeref Akdik, Halil Dikmen, Mustafa Halim Özyazıcı, Rikkat Kunt ve Süheyl Ünver'dir. İnsanların iyi eğitmenlerle çalışması bir şans olabilir, ancak asıl olan kendisinde bulunan yaratıcı güç ve çalışma azmidir. Atabek'te de bu azim vardı. Sanatçı, pentürel resim tarzında olan birçok konuyu, minyatür çalışmalarına aktararak bu alanda bir yenilikçi olduğunu gösterdi. Minyatürün geleneksel teknik altyapısına sadık kalmakla birlikte, yeni boyalar ve boyama tarzları geliştirdi. Türk tarih kültür ve sanat hayatında yer alan konuları eserlerine taşıdı. Bunlar mitolojik konular olduğu gibi, Türk tarihinden de alınan konulardı. Ancak, Atabek'in sanatında göze çarpan en önemli özellik, Cumhuriyet dönemini minyatürlere taşıması; Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet ve Atatürk'ün yeni Türk devletini kurarken yaptığı inkılapları minyatürlerinde geleneksel üslupla resmetmesidir. Yurtdışında açtığı sergilerde eserleri çok rağbet görmüş, kültür ve sanatımızı başarıyla temsil etmiştir. Yani Atabek, sanatçının toplumdaki önderlik ruhunu yakalamayı başarmıştır.
Ömer Faruk Atabek'in yumuşak kişiliğini, çelebi tavırlarını özleyeceğiz, nur içinde yatsın.
Doç. Dr. Adnan Tepecik
Hat kelime anlamı ile çizgi demektir. Hüsn-i hat güzel çizgi anlamını taşır.
Türklerin İslamiyeti kabul etmesiyle birlikte Arap alfabesi ile yazı yazmak sanat alemimizde ayrı bir başlangıç gösterir. Ayrıca İslam dininde resmin haram kabul edilmesi yazı sanatına üstün boyutlar getirmiş, resmin ötesinde onun ifade edemediği bir estetiği oluşturmuştur.
Hüsn-i hat diye adlandırdığımız san'at alemimizde pek çok yazı yazan bulunduğu halde; kemale ermiş sanatkar ve kürsüsünü bulmuş bir eser daima sınırlı ve sayılı olmuştur.
Hüsn-i hat san'at ruhumuzda kurulan bir takım geometrik şekillerin sinir ve akla, hareketlerimiz vasıtasıyla kaleme, buradan mürekkebe ve nihayet kağıda geçmiş resimleridir. Hat san'atımızda malzemenin rolü büyük olmuş, atalarımız malzeme yapımını dahi bir san'ata dönüştürmüştür.
Neyde ilahi musikiyi oluşturan kamış, hat sanatımızda ilahı çizgisini çizmiştir. Kağıt, yazılacak yazının değerine göre seçilmiş; mürekkep, çeşitli yöntemlerle imal edilmiştir.
Mürekkep: İsten yapılır. Her is mürekkep yapmaya elverişli değildir. En güzel is keten tohumundan çıkarılan bezir isidir. Toprak kaba konulan bezir yağı pamuk fitille tutuşturulur. Kapağında is toplandırılır. Kuş tüyü ile alınan bu is, kaba bir kağıda sarılıp ekmek hamuru içinde fırına sürülerek yağı kağıda aldırılır. Sonra dibeğe konularak binbir tokmak darbesi ile ezilir. Bir damla süzülmüş arapzamkına bir kahve kaşığı is konularak porselen bir kapta parmakla ezilir. Saatlerce süren bu işlemden sonra macun kıvamındaki bu maddeye kireçsiz su ilave edilerek şişelenir ve günlerce çalkalanır. Sonra hokkaya konur. Hokkaya konmadan önce, hokkaya bir tutam ham ipek elyafı konur. Lika diye adlandırılan bu elyaf sayesinde kalemin yeter ölçüde mürekkep alması sağlandığı gibi akıcılığı sağlayan incelik de ayar edilir.
Kamış kalem: Kalemtıraş denilen uzun saplı küçük bıçakla kesilir. Makta denilen fildişi veya kemikten altlık üzerinde ağzı kesilir ve ucu yarılır. Bu kesimler yazı şekillerine göre sülüs kalemi, nesih kalemi, celı kalemi, ünsı kalem, talik kalemi diye adlandırılır. Cinsine göre kalemler ise kamış kalem, Cava kalemi, kargı kalem, tahta kalem ve bambu kalemdir.
Yazılar özellikle aherli kağıt üzerine yazılmaktadır. Yumurta akı şapla çırpılıp köpüğü alınarak tek yönlü kağıda sürülür. Bu işlem birkaç kez tekrarlanır ve sonra mühre diye adlandırılan cilalı taş veya camdan yapılmış el aletleriyle parlatılır, perdahlanır.
Hat sanatında ölçü noktadır. Kalemin ağız genişliğinin meydana getirdiği nokta sayıları yazının boyutlarını tesbit etmesi nedeniyle bu birime göre hareket edilir ve yazı estetiği sağlanır. Ayrıca da el ve kalemin yazı çeşitlerinin estetiğini hareket hattına uygun olarak tatbik ede ede el alışıklığı görmesi gerekir ki buna eli sanatlaştırma diyoruz. Bu nedenledir ki hattat gece ve gündüz yazıyı bırakmaz, yazdığı elle de bir şey taşımaz.
Hüsn-i hat çeşitleri özelliklerine göre kullanılmıştır. İslamiyetin doğuşunda kullanılan kufi hat yerine en zor ve incelik isteyen ve hat san'atının göz bebeği olan "Nesih Hat" Kur'an-ı Kerim ve dini kitaplarda; sanat gösterilerine en uygun olan "Celi Sülüs Hat" ve "Sülüs Hat" mimarı yapılarda ve levhalarda; bir şiir kadar zarif olan "Talik Hat" edebi yazılarda; haşmetli görünüşü ile devletin azametini dile getiren "Celi Divani ve Divani Hat" fermanlarda; Türk stenosu diye adlandırılan "Rık'a Hat" yazışmalarda; bir şifre niteliğinde olan ve okunabilmesi için bir eğitim gerektiren "Siyakat Hat" devlet sırrını saklaması nedeniyle devletin resmi ve mali kayıtlarında kullanılmıştır.
Hat san'atımızda yazı çeşitleri yalnız bunlardan ibaret olmayıp birçok şekil ve karakterlerle tanınmış hattatlar tarafından yazılmış çok güzel eserler görülmektedir.
Tezhip kelimesi "zer"den gelip, altınlamak anlamındadır. Yapımcılarına da "müzehhip" denir.
Yazma kitaplarda, murakkalarda, ev ve süs eşyalarında boya ve altın ile yapılan bütün süslemelere "tezhip" adı verilir. Tezhipte altın ve gümüşün yanı sıra renkli toprak boyalar, maden oksitleri, renkli taş ve minerallerin tozları tutkallı suyla karıştırılarak boya olarak kullanılır. Bunlardan başlıcaları olan Zırnık (Arsenik sülfür), sarıyı Doğal çivit, mavi ve laciverti Lahor çiviti, laciverti - Bezir isi, siyahı - Hindistan'dan gelen bitki yapraklarında şebnem olarak oluşan “lök”, vişne çürüğü rengini - Hematitli (demiroksitli) toprak ve Gülbahar toprağı, kırmızıyı - Limonitli toprak, oksit sarı rengi - Azurit, moru - Malahit ve Serpantin, yeşili - Üstübeç, beyaz rengi verir. Türk tezhip ve minyatüründe renklerin solmayışı ve kalıcı oluşunun nedeni budur.
Hat ve minyatürde olduğu gibi tezhipte de alt ve ana malzeme kağıttır ve renklendirilerek kullanılır. Bu renklendirme de banyo usulü ve sürme usulüyle yapılır. Ihlamur, çay, safran, kök boya, tütün, kına, bazı bitki yaprakları, ekşi nar kabuğu, içine şap atılarak suda kaynatılır; ılık iken kağıtlar banyo ettirilir. Sürme işlemi sirke katılarak yapılır. Renklendirilen kağıtlar yumurta akı veya nişasta ile aherlenir ve mühre ile parlatılır. 5-6 ay bekletildikten sonra kullanılır.
Müzehhip tezhibini yapacağı zemine göre motifini ve kompozisyonunu hazırlar ve ince pul iğnesiyle dele dele kalıbını çıkartır. Çalışma yapılacak kağıt üzerine kömür tozu sürülerek desen aynen geçirilir.
Tezhipte altın yaldız ezilmiş olarak kullanılır. Altının çok iyi ezilmiş olması gereklidir. Varak altın arapzamkı ile parmak marifetiyle porselen kapta yaprak yaprak ezilir, jelatinli su ile motiflere sürülür. Kuruduktan sonra "zer mühre" denilen "Süleymanî" taşından mamul parlak taş sürülerek parlatılır.
Başlıca motifler şunlardır:
1- Bordürler ve Geçmeler: Tezhibin zarif çerçevesini oluşturur. Boşluğa geçişlerde de "tığ" adı verilen zarif motiflerle süslenir.
2- Hatayî: Çağatay dilinde nilüfer çiçeğinin adıdır ve bu çiçeğin sitilize edilmesi ile elde edilmiştir.
3- Yaprak: Çiçeklere göre daha az sitilize edilmiştir. Pençberk, Seberk, berkî ıtrî, berkî halkari gibi çeşitleri vardır.
4- Penç: 5 yapraklı çiçek motifleridir.
5- Goncagül: Bütün çiçek tomurcuklarına verilen isimdir.
6- Rumî: En yaygın ve en çarpıcı motiftir. Sade, çift, üç kanat, sırtı düz, rumî içinde rumî, süslü, kıvrımlı ve sencide olmak üzere birçok çeşitleri vardır.
7- Selçuklu Münhanileri: Belirli kümeler ve renk tonlarının orantılanması ile estetik oluşur.
8- Bulut: Geniş yüzeylerde tek başına veya herhangi bir süslemeyi daha güzel göstermek amacıyla yardımcı motif olarak da kullanılır.
9- Geometrik Süsleme: Günümüzde de kullanılan zengin motif tarzıdır.
10- Şükufe: Sitilize edilmiş lale, gül, karanfil, sümbül, bahar dalları ile üzüm, elma, nar gibi meyve motifleridir.
11- Türk Rokokosu: Batıdan gelen ve süsleme sanatımıza girmiş bir üsluptur. Barok, ampir ve rokoko Türk san'at zevkine göre değişim göstererek Türk rokokosunu ve barokunu oluşturmuştur.
Minyatür, Orta Asya kökenli kendine has özellikler ve güzellikler yaratan tasvir sanatımızdır. Bu sanat yapımına "nakış" yapımcısına "nakkaş" denildiği gibi, yapımına "tasvir" ve yapımcısına da "musavvir" denildiği görülmüştür.
Minyatür; kırmızı ile boyamak anlamında Latince "miniare "den gelir. Eski eserler "mini um" yani kırmızı sülyenle boyandığı nedenle, bir kitap san'atı olan bu resimler de minyatür adı ile tanınmıştır.
Minyatürün ilk öncülerinin Uygur Türklerinin olduğunu görürüz. Osmanlılarda, Yavuz Sultan Selim ve Kanun'[ Sultan Süleyman devrinde zirveye çıkan san'at dalımızın, yirminci yüzyıl başlarında sultanların portre ve resimlerinin başka bir üslupla yapılmaya başlanmasıyla yerini yağlıboya tablolara bıraktığı görülmektedir.
Minyatür çalışmalarının alt malzemesi kağıttır. Aherlenmiş ve mührelenmiş kağıt üzerine yapıldığı gibi, bazı çalışmalarda da zemin zamklı üstübeçle sıvanır veya altın varak yapıştırılır. Suya batınlan ince samur veya kedi tüyü fırça ile desen çizilir, çizilen yerler mat kalır, böylece boyanacak yerler belirlenir. Renkler düz ve gözü yormayacak bir ahenk ve uyum içindedir. Minyatür bir belge niteliği taşıdığı için, konu, detayı ile aynen belirtilir. Böylece minyatüre bakarak tarihi bilgi elde etmek mümkündür. Resmin haram sayıldığı devirlerde müsamaha görmesi de bu nedenledir.
Minyatürde perspektif yoktur. Figürler birbirini kapatmaz; geride kalanlar yukarı doğru çizilerek ön ve arka oluşturulur. Kişilerin önemine göre orantı kurmak, manzara ve mimari yapılarda boy farkı yaratmamak, detayları bütünüyle göstermek, altın ve gümüş kullanmak başlıca özelliklerdir. Türk minyatürleri umumiyetle ağır başlı, ciddi ve sadedir. Konularına göre portre, tarihi olaylar, saray yaşantıları, atlı oyun ve av sahneleri, savaş sahneleri diye sınıflandırabiliriz.
Minyatür çalışmalarında boyalar toprak, taş ve minerallerin parçalanarak destesenk denilen el taşında ezilmesiyle elde edilir. Tabiattaki asil renklerini korudukları için asla solmazlar; tutkallı su ile karıştırılarak kullanılırlar. Minyatür ve tezhip yakın çalışma gerektirdiğinden, musavvir sol işaret parmağını palet gibi kullanarak noktalar halinde kullanacağı boyaları sıralar; tutkallı suya batırdığı samur veya tek kıl kedi tüyü fırçasını boyaya sürer ve sol başparmağın kırışığında kıldaki çapakları alır ve hemen zemine sürer; kaş, göz, saç ve ince nakışlar böylece kusursuz olurlar.
Minyatür sanatçısı bir müzehhip gibi tezhip bilgisine, bir hattat gibi hat çekmesine, bir ressam gibi yaratma gücüne sahip olmalıdır ki başarılı olsun. Ayrıca sabrın ve azmin de bu san'at dalında büyük önemini unutmamalıdır.
Ömer Faruk Atabek
26.09.1989
19 Besmele
Celi Talik Hat
Sülüs Besmele
Tuğra İstifli Besmele
Sülüs Besmele
Kuş İstifli Besmele
Kelime-i Tevhid
Allah'ın Dilediği Olur
Ayet
Tekbir
Oklu Besmele
Sülüs Hat Tarzı Yeni Yazı Besmele
Oklu Besmele ve Yeni Yazı Besmele
Küfi Hat Tarzı Yeni Yazı Besmele
Küfi Hat ve Küfi Hat Tarzı Yeni Yazı Besmele
İki Okunuşlu Besmele
Müteselsil Besmele
Tezyini Kabartma Besmele
Ya Hazreti Mevlana
Celi Sülüs Besmele
Besmele
Şükufeli Hat
Çini Motifi
Sedefli Boya ile Şemse
Barok Şemse
Kuşlu Şemse
Şemse
Hilye-i Şerif
Dağdan Odun Taşıyan Yunus
Yunus Emre Hacı Bektaş Veli Huzurunda
Gezgin Yunus
Yunus Emre Mağarada Dervişlerle
Yunus Taptuk'un Kapısında
Şeyh Yunus
Yunus Emre Mevlana'nın Huzurunda
Yunus ve Dertli Dolap
Molla Kasım
Ne söylerler Ne Bir Haber Verirler
Yunus Emre ve San Çiçek İlahisi
Karacaoğlan
Fuzuli
Kaygusuz Abdal, Abdal Musa Dergahında
Şiirleri ile Sultan Divanî
Mevlana
Tefekküre Dalmış Mevlana
Neyzen
Semazenler
Mevlana'nın Babasıyla Beraber Belh Şehrinden Ayrılışı
Mevlana ve Şems
Şems Mevlana'nın Kitaplarını Havuza Atarken
Şems ile Mevlana'nın Kucaklaşması
Mevlana'nın Kuyumcular Çarşısında Sema Edişi
Hakka Vuslata Doğru
Kuran Okuyan
Rahlede Kuran Okuyan
Eski Okul
Tezhip Okulu
Osmanlılar
Sultan 1. Alaeddin Keykubat Bahaeddin Veled'in Asasını Öperken
Şehzadenin Meşki
Sarayda Musiki Meşki
Aydın Germencik Kıyafeti
Saray Kıyafeti
lklığ Çalan
Aşkın Sarhoşluğu (Mevlana'nın bir rubaisi)
Şiir Bahçesi
Ömer Hayyam Rubaili Minyatür
Rakkase
Ey Güzel Saki Sen Gitme
Saki
Ömer Hayyam Rubaili Minyatür
Dinleyiş
Çoban
Çoban Kızı
Çardak Altında
Kadın Tasvirleri
Bayatlı Kadınlar
Bulgur Toplayanlar
Hamur Açan Kadın
Halı Dokuyanlar
Nakış işleyen Kızlar
Nakış İşleyen
Çarpana Kolon Dokuyan
Yün Ören
Çinici Kız
Afyonkarahisar Kıyafeti ile Anne ve Çocuğu
Çocuklu Türkmen Gelini
Osmanlı Ailesi
Efe ve Yavuklusu
Ferhat ile Şirin
Sana Baktıkça
Çerez Sofrası
İkram
Uyuyan Kız
Kedili Kız
Laleli Kız
Köy Düğününe Gelenler
Gül Koklayan
Düğün
İzmir Yöresi Kıyafeti
Keleş Kıyafeti
Afyon-Dinar Folklorü
Efeler
Semerci
Macuncu
Nasrettin Hoca
Madenciler
Uçurtma Uçuranlar
Kır Kahvesi
Topak Ev İçinde
Afyonkarahisar'da Haşhaş Çizimi
Oba
Yaylada Türkmenler
Afyonkarahisar'da Kaymak Satan Kızlar
Afyonkarahisar pazarına gelen yörükler
Kat'ı Çalışmaları
Dut ve Kavak Yaprağı Üzerine Çalışılan Minyatürler
Afyonkarahisar'ın Kurtuluşu
Atatürk'ün Ankara'ya Gelişi
Meclis'in Açılışı
Sönmeyen Alsancak