Fikret Mualla - Yeni Adam'dan Desenler 1936-1937

Özellikler

Fikret Mualla - Yeni Adam'dan Desenler 1936-1937
18.10.2021
18.10.2021
Fikret, Mualla, Desenler, Yeni, Adam

FİKRET MUALLA

YENİ ADAM'DAN DESENLER 1936-1937 

Kültür Bakanlığı, 1993 / ANKARA 

ISBN: 975-17-1216-5 

ÖNSÖZ 

"Kültür", bazen, bir toplumda ya da dünyada anımsamada ve bil­mede yarar olan tüm değerlere vakıf olma biçiminde de tanımlanmak­tadır. Buna göre, biriken toplam, insan ruhunun bir tarihi gibi olur. Türkiye'nin, kültür denilen varlığa, halkının ifadesi olan dizin ve düşün olduğu kadar toprağında yeşeren türlü sanatlarla çeşitli ve zengin, gi­derek olağanüstü zengin katkılar yapmış olmasıyla büyük gurur duyu­yoruz. Ozan, mimar ya da başka bir alanın ustası olsun, dev kültür in­sanlarımızın, yaratıcı ürünlerinin bütün ölçüler içinde en yüce merte­belere ulaştığını biliyoruz. Öte yandan, bazı başkalarının belirli katkıla­rının böylesine evrensel iddiaları olmayabilirse de; kendi zamanların­daki etkileri pekala unutulmaz olduğundan göz ardı edilmemeleri gere­kir. 

Elinizdeki kitap, yıllar önce, önde gelen bir yayımcıyla gene olağa­nüstü bir sanatçının entellektüel ilişkilerinden doğan ürünlere dayalı­dır. Ne var ki, yayımcı ya da sanatçıya ilişkin genel bir değerlendir­me amacını gütmemektedir. Bu önsözü izleyen sunuş yazısı her ikisi­nin de bu kitabın amacını ve çerçevesini çok aşan kişilikleri ve yete­nekleri bulunduğunu yeterince ortaya koyuyor. Ama görülüyor ki, bu ikisinin sınırlı ortak çabaları bile bir toplumun kültür birikiminin bir çe­şit parçasıdır. Bundan çıkan bir sonuç da ilerde benzeri yayınları sun­mayı tasarlamakta olduğumuzdur. Yayımcı ve sanatçı bağlantısı üstüne olan bu kitap ise, bir anlama yayının editörlüğünü yapmış olan iki kişi, (yayımcının kızı ) Bayan Hatçe Baltacıoğlu ve Prof. Dr. Türkkaya Ataöv tarafından hazırlanmıştır. İlki adı geçen bir dergiyi taramış, re­simleri seçmiş ve yayına sunmuş, öteki kişi de sunuş bölümünü iki dil­de kaleme almış ve İngilizce görülen tüm malzemeyi bu dile çevirmiş­tir. 

Kültür Bakanlığı

BALTACIOĞLU ve MUALL 

Bu albüm-kitap Türkiye'de yayınlanan bir aydın dergisinin ilham edi­ci havası içinde buluşup çalışan, büyüklüğü çok sonra anlaşılmış bir sa­natçıyla, zamanının önde gelen bir eğitimcisinin işbirliği sonucu ortaya çıkan ürünleri sunmaktadır. Sanat ustası, Paris gibi bir çevrede kendini kabul ettirmiş olan Türk ressamı Fikret Mualla'dır (1903-1967). Aydın eğitimci ve yayımcı da, yıllar akıp gittikçe (1934-1978) haftalıktan aylı­ğa dönüşen, yeni düşünceler yayan ve sanki kendi başına bir üniversi­teymiş gibi yetenekli kişileri kendine çeken Yeni Adam dergisinin sa­hibi İsmail Hakkı Baltacıoğlu'ydu (1886-1978). Bu dergi eğitmeyi önde tutan, düşünmeye yönlendiren, yazın ve sanatsal yanı da olan bir yayın­dı. Yeni kavramların incelenmesinde ve değişik yazı biçimleriyle farklı sanatsal anlatımların sunulmasında öncü durumundaydı. Sürükleyici ki­şi, yeteneği, aklı ve eylemciliğiyle çevresindekileri harekete geçiren Baltacıoğlu'ydu. Kuşağının bazı önde gelen yazarları derginin odaların­da ve sayfalarında buluştular. Fikret Mualla bunlardan biriydi. 1930'lu yılların ortalarında ve sonlarında derginin küçük hikayelerini ve bazı kitapların kapaklarını resimledi. Elinizdeki kitap bu resim, desen ve çizgileri içeriyor. 

Eğitimcinin eksiksiz bir yaşam öyküsünü ya da kendine özgü başarı­larını sunmak gibi iddialı olmak yerine, Baltacıoğlu'nun kim olduğunu ve örnek dergisinin etkilerini kısaca anımsamak uygun düşebilir. Baltacıoğlu uzun (92), işte ve üründe yoğun ve ilkelerinden ödün vermeye­rek yaşamıştı. Türk ulusunun geçmişinde tam dört tarihsel dönemin ta­nığı oldu: Mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet ve demokrasi. Darülfu­nun'da "tabiiye" okumuş olmasına karşın, bilgi ve görgüsünü arttırmak için yollandığı çeşitli Avrupa başkentlerinden döndükten sonra pedago­jiye yöneldi. Yetenekleri takdir edildiğinden, daha 1923'de 37 yaşınday­ken o zamanki Maarif Vekaleti müsteşarlığına getirilmesi söz konusu ol­du. Kendi için tasarladığı daha yaratıcı ve kişisel çalışmalarına gölge düşüreceğinden korkarak, sonunda - yüksek rütbeli de olsa - bir bü­rokrat olup çıkmamak için öneriyi kabul etmedi. Ama iki kez Edebiyat Okulunun başına getirildiği anlaşılıyor. Hatta, daha sonra üniversite dü­zeyine yükseltilen İstanbul Darülfünunu'nun da yöneticiliğine atanmış­tı. Bu arada, bir yandan pedagoji, toplumbilim, ahlak ve din psikolojisi, öte yandan da İslam edebiyatı, estetik ve resim dersleri verdi. 

Darülfünun 1933'de üniversiteye dönüşünce, bu durumunu kaybet­ti. 1934-1942 yılları arasında zamanının çoğunu önce haftalık olarak çıkmaya başlayan Yeni Adam'a hasretti. Yalnız temel meşgalesi değil, aynı zamanda gelir kaynağıydı da. 1942' de Ankara Üniversitesi'ne bağ­lı Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğretim üyeliğine atandı. Aynı yıl, ön­ce Afyon, sonra Kırşehir milletvekili olarak iki dönem (1942-1950) parlamento üyeliğinde bulundu. 

Bilimci olmaktan çok duygu dolu bir idealist, sanatçı yaradılışlı bir yurtsever ve sorumluluk duygusu olan bir aydındı. Bilgi açlığı, bilimsel merak ve eğitme zevki nedenleriyle, ilgileri birçok alanı kapsadı. İmre­nilecek bir çaba ve eylem adamıydı. Olağanüstü dinamizminin kay­nakları ülkesine bağlılığı, insanlık sevgisi ve kişileri eğitmenin verdiği apaçık hazdı. Ülkede eğitimin durumunun "kanayan en büyük yara" ol­duğunu düşünüyordu. Ama bu açıdan da yalnız okulsuzluğu değil, bi­limsel ve ulusal içerikli bir terbiyeyi anlıyordu. 

Sezgi yoluyla idrakın Fransız temsilcisi olan Henri Bergson ile gene bir Fransız pozitivist düşünürü Emile Durkheim'ın bir izleyicisi olarak, pedagojiye ilişkin ilk düşüncelerini kendi henüz 24 yaşındayken 1912'de basılan Talim ve Terbiye'de İnkılap adlı kitabında sergiledi. 1919 Osmanlı Devleti'nin savaşlardan çıkıp yenilgiler yaşadığı yıldı. Bir grup Türkün acılı geçmişi terkedip yeni bir yola yönelmeyi tasarladıkla­rı sırada, genç Baltacıoğlu da Halka Doğru dergisinin 1 Mart 1919 ta­rihli sayısında, kendinden beklenir bir biçimde, şu başlıkta bir yazı ya­yınlıyordu : "Bir inkılap Lazım!" 

İlk hocalığı "hüsn-i hat" üstüneydi. Çok geçmeden, Arap harfleriyle önce "hatt-ı muavvec" dediği ve sonra da "alev yazısı" adıyla andığı kendine özgü bir üslup geliştirdi. Resim ve desende de iyi olduğu ge­nelde söyleniyor. Amerikalı bir araştırıcı (Fay Kirby) Türkiye'nin yakın tarihinde özgün bir eğitim uygulaması olan köy enstitülerinin Baltacı­oğlu 'nun İçtimai Mektep adlı kitabından da felsefi yönden esinlendi­ğini belirtiyor. Baltacıoğlu roman ve oyun da kaleme almıştı. Sahne us­talarının bazılarının görüşüne göre, tiyatronun eğitim işlevine inanmış, bir "öz tiyatro" kuramı oluşturmuş, geleneksel oyun türünü geliştirmişti. Gene onlara göre, kendi de bir oyun yazarıydı. Kur'an'ı Türkçeye çevir­mek gibi bir işi de üstlendi. 

Özetle, toplumbilim alanında oniki, salt eğitim üstüne otuzdört, felsefe konusunda iki ve sanatla ilgili olarak altı kitabı var. Çocuklar ve gençler için yedi kitap yayınladı. Basılmamış onaltı radyofonik oyun bı­raktı. Konuşmaları öğretici, espri dolu ve sürükleyiciydi. 

1 Ocak 1934'te ilk sayısı çıkan Yeni Adam tüm yapıtları içinde en etkili olanıydı. Kırkbeş yıl çıkarak 935' inci sayıya ulaştı. Derginin alt ­başlığı şöyleydi: "Ülkümüz Demokrasi ve Cumhuriyet İçin Çalışmaktır." Türkiye'nin cumhuriyet rejimi o zaman sadece on yılı geride bırakmıştı. Demokrasi kavramı da oldukça gençti. Ülküsünü demokrasi için çalış­mak olarak ilan eden örgütlenmeler herhalde pek azdı - hele, Baltacı­oğlu'nun yaptığı gibi, demokrasiyi öteki kavramların da önüne koya­rak. Dergi bir çeşit diri bir öğrenim merkezi oluşturdu. Bazı yazar, dü­şünür ve sanatçılar orada buluştu, orada yetişti. Böyle bir mihverde çoğulcu yaklaşımın egemen olması kaçınılmazdı. Örneğin, Baltacıoğlu bir sosyalist değildi ama bu dergi kanalıyla okuyucularına bir ara, her hafta bir Das Kapital eki vermekte beis görmüyordu. Okuyucu onun dergi­sinde fütürizmden gerçek-üstücülüğe değin çeşitli çağdaş sanat akımla­rını izleyebiliyordu. Yeni Adam'ı kendi yönetiminde son nefesine ka­dar çıkardı. Kızı bir yıl daha sürdürdü. 

Yeni Adam 1934 'te yayına başladığı zaman, o sırada Türk sanat çevrelerinde bile pek bilinmeyen Fikret Mualla otuz yaşlarında genç bi­riydi. Baltacıoğlu, gene kendinden beklenir bir biçimde, bu deneyimsiz ama yetenekli kişiye bir üretme alanı açmış, onun Paris'e gidip kendini orada kabul ettirmesinden sonra da dostluğunu sürdürmüştü. Mualla hem kişi, hem ressam olarak kendine özgü biriydi. Acılı olmasına kar­şın ilginç yaşam öyküsünü, İngilizce ve Fransızca olarak, resimlerinden yeterli örnekler eşliğinde, ayrıntılı biçimde daha önce başka bir kita­bımda anlattığım için, burada aynen yinelemeyeceğim. 

Mualla'nın babası oğlunu mühendislik okusun diye 1920'de Ber­lin'e yollamıştı. O, resme yöneldi. Alman başkentinde altı yıl geçirip birkaç Batı Avrupa kenti daha gördükten sonra, İstanbul'a döndü. Bazı çalışmalarıyla kentin moda merkezinde açtığı ilk sergi başarısızlıkla so­nuçlanmıştı. Yaptıkları hiç kimsenin ilgisini çekmedi. Sanatçı çevresin­den saygıya öylesine gereksinim duyuyordu ki, 1934'te soyadlarını zo­runlu duruma getiren yasa kabul edildiğinde, o da "Saygı" sözcüğünü kendine ad olarak aldı. İnsancıl yayımcı Baltacıoğlu başkalarının pek il­gilenmedikleri ama yetenekli genç kişiye yaklaşıp ona dergisinin sayfa­larını açtı. 

O günler Fikret Mualla'nın bu kültür kentinde, resim defteri, ka­lem ve fırçalarını koruyan koca paltosunu savurarak dolaştığı zamanla­ra rastlar. Gene o günler başka müşterilerine sorumluluklarını sık sık yerine getiremiyordu. Zaman zaman, mevcut düzeni temsil ediyorlar diye birilerine aniden patladığı da oluyordu. İçiyor ve kavga ediyordu. Klinikleri sıkça boylaması da şaşılacak bir şey değildi. Öte yandan, Baltacıoğlu ile anlaşamadığına ilişkin bir kanıt yok. Ünlü İzmir Uluslararası fuarına yalnız iki resim bitirebilmişti ama, Yeni Adam için sık sık çizi­yordu. 

Baltacıoğlu, Fikret Mualla'nın herkesi hayrete düşüren "yamultulmuş figürler"iyle ilgilenen birkaç kişiden biriydi. Ama bu Türk sanatçısı bir gün "benim yerim Paris" diyerek 1938'de Doğu Ekspresine atlayıp gitti. Bu dünyadan göçtükten sonra vücudu ancak 1970'te Türkiye'ye geri getirildi. Baltacıoğlu'nun mektubu ona orada kalmayı öğütlüyor. Mualla'nın Fransız başkentinde galericiler, alıcılar, ev sahipleri, komşu­lar ve polisle başının dertte olduğuna kuşku yok. Ama Paris'te 1954'teki tek başına açtığı sergi başarılıydı. Onu başkaları izledi. Cocteau ve Pi­casso ona övgüler yağdırdılar. Baltacıoğlu onu daha önce keşfetmişti. 

Baltacıoğlu kendi çağdaşlarının gözünde neredeyse ölümsüzlüğe ulaşmıştı. Mualla'nın sanatının ise, daha çok, ölümünden sonra kadri bilinmeye başlandı. Ama bu ikisi birbirleriyle daha olgunluk çağlarında tanışıp anlaşmışlardı. 

Prof. Dr. Türkkaya Ataöv

YAYINDA BULUNAN DESENLER 

Yangın yeri güzelleri 

Mektepler açıldı. 

Gün görmüşler

- Bizim Beyoğlu'nda ...
- Bizim Aksaray'da 

Silikler 

Sessizler 

- Briç bilmezsin de ne bilirsin ! ..

Marlene Dietrich'e benzeyen 

Yaşlarını beğenmeyenler ! 

Gecelerimiz 

Otorite 

Dedikodu 

Konserden sonra 

Üçler 

Kuruntu 

Yine onlar! 

Çulsuzlar! 

Tımarhane Köşesi 

Tasarruf ve israf 

İngiliz kralının taç giyme töreni

Mahkûmlar 

Bir zenci kahvesi 

- Anne; babam, ağabeylerim nerede ?

Karabük İnsanı 

- Şimdiye kadar bir çok felsefe kitabı okudun, ne fikir aldın sanki?
- Tabiata dönmek fikrini ...

- Gözlerinde Derain'in portreleri gibi bir baygınlık var.
Kollarının formu Picasso gibi. 

Joe Louis 

Bir kilo elma, fakat tifosuz tarafından olsun ... 

Arabacı, hey arabacı ! Meşanska'ya kadar ne vereyim ?

Şişman adam dehşet içinde geri fırladı.

Masa başındakiler.

Şarkıcı kızlar 

Tavus kuşları 

Çalışmadan dönenler 

Manşonlu kız

İstismar!