EVİMDEYİM “BİR DÖNÜŞ HİKÂYESİ”
Müzeler tarihe tanıklık eden ve toplumsal bellek yaratan kurumlardır. 18. yüzyılın ortalarında Avrupa’da, büyük ve görkemli Kraliyet Saraylarının mimari yapılarının müzelere dönüşmeye başlamasının nedeni de budur. Devletin gücünün, toplumun kültür düzeyinin belirleyicisi olarak tanımlanan ve art arda açılan uluslararası müze yapıları, aynı zamanda ait oldukları devletlerin tarihinin de belgeleridir.
Avrupa kıtasının ve Fransa’nın en önemli sarayı olarak yüzyıllarca ülkenin gücünün simgesi olan Paris Louvre Sarayı’nın 1793 yılında müze olarak yeniden tasarlanmaya başlaması ve müze kimliğine kavuşturulması, aslında Fransa ve tarihinin ne kadar da önemli olduğunun kanıtlanmasıdır. Bu örneklemenin ardından, Louvre Sarayı’nı örnek alarak diğer Avrupa saraylarının da müze olarak projelendirilmeleri hız kazanır. Louvre Saray Müzesi 18. yüzyıldan başlayarak özellikle koleksiyonlarında bulunan Resim ve Heykelleri teşhir eden Modern Müze yapılarının kazanacağı önemin sembolü olacaktır. Sanayileşen dünyanın sanatla kurduğu bağlar, büyüyen ve gelişen devletlerin göstergeleri olarak ortaya çıkan Modern Müze mimarileri ve koleksiyonlarıyla ölçülmeye başlar.
19. yüzyılın dünyasında, müze ve sanat eseri kavramları bilimsel yöntemlerle araştırılmaya ve açıklamalarla tanımlanmaya başlar. Müzelerin mimarisi ve koleksiyonları hakkında öngörüler, örneklemeler ve çıkarımlar hakkında kitaplar yazılmaya başlar. Açılan yeni müzeler, çağdaş mimari tasarımlarıyla ve zengin resim ve heykel koleksiyonlarıyla, ait oldukları medeniyetlerin tarihinin tanıklığını yapan sanat eserleriyle zenginleşir.
Müzelerin koleksiyonları ve bu koleksiyonun yapı taşları olan eserler, medeniyetlerin ve devletlerin resmi tarihinin görünür tanıklarıdır. Her eser sanatçının yaşadığı dönemi tanımlar ve bu tanımları açıklayan sanat tarihi, dönemin estetik duyarlığını ve felsefesini yazar. Tarihçiler dönemin sosyal ve toplumsal olaylarını sanat eserlerinin tanıklıklarıyla açıklarlar. Müzelerde yer alan koleksiyonlar, tarihi görünür hale getirirken bir taraftan da toplumsal belleğin oluşmasına da öncülük eder.
20.yüzyıl, dünyada müzelerin yüzyılıdır. Büyük savaşların sona ermesiyle, yeniden kurulan ve yenidünyanın yeni düzenlerin içinde var olma savaşını, büyümek, gelişmek devlet olmak çabası ile vermeye çalışan dünya ülkeleri, bir yandan sanayileşirken bir yandan da sanat müzelerini açarak medeniyet düzeylerini kabul ettirmeye özen gösterirler. Kıta Avrupa’sının tarihini belgeleyen müzelerin açılışı, bir birini izlerken, Amerika, 1950 sonrasında, marka mimarlar, marka müze binaları ve marka sanatçıların marka eserlerinin yer aldığı, yenidünyanın kültürel güç simgeleri olan Modern Sanat müzelerini açmaya koyulur.
Sonuç olarak Müzeler, yer aldıkları ülkelerin, önemini ve büyüklüğünü, tarihini sosyal, ekonomi ve medeniyet gücünün simgeleri olarak dünya coğrafyası üzerinde yer alan ülkelerde yayılır.
Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu’nda, tarihi eserlere değer verildiği kaynaklarda yer almaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nda Müze ve müzecilik çalışmalarının resmi olarak başlaması ve bilincinin gelişmesi 19. yüzyılın ortalarında gerçekleşir. 1869 yılında, İmparatorluk Müzesi (Müze-i Hümayun), dönemin Maarif Nazırı Saffet Paşa’nın öncülüğüyle Aya İrini Kilisesi’nde açılır. Galatasaray Lisesi öğretmenlerinden İngiliz asıllı Edward Goold müze müdürlüğüne getirilir. Bir süre aksayan müze çalışmaları 1872 yılında, Maarif Nazırı Ahmed Vefik Paşa’nın, Alman asıllı Dr. Phillip Anton Dethier’i Müze-i Hümayun’a müdür olarak atamasıyla sistemli olarak gelişmeye başlar. Aya İrini’nin zaman içinde müze mekanı olarak yetersiz kalması nedeniyle, Çinili Köşk, 1880 yılında restore edilerek, 3 Ağustos 1881 tarihinde törenle açılır. Müze Müdürlüğüne getirilen Sadrazam İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Ressam Osman Hamdi Bey, modern müzeciliğimizin bilimsel temellerini atar ve kurumlaşmasını sağlar.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışından hemen sonra, Müze ve müzecilik çalışmaları, Mustafa Kemal Atatürk’ün hükümet programında da yer alır. Maarif Vekâleti bünyesinde, Türk Âsâr-ı Atîka Müdürlüğü kurulur. 5 Kasım 1922 tarihinde “Müzeler ve Âsâr-ı Atîka Hakkında Tâlimat” başlığı altında bir genelge, Maarif Vekili İsmail Safa Bey tarafından yayımlanır. Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalmış bir kurum olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri ülkemizdeki ilk müzecilik çalışmalarını bünyesinde toplar.
Avrupa Saray Müzelerinin benzer örneği olarak, Osmanlı Hazîne-i Hümâyun Kethüdâlığı yönetimindeki Topkapı Sarayı, üç yıl süren onarımlardan sonra, Osmanlı İmparatorluk tarihinin göstergesi olarak; ilk bölümü 1927, diğer bölümleri 1934 tarihinde olmak üzere, Müze olarak tasarlanır ve ziyarete açılır. Bu ilk müze örneğini, Türkiye coğrafyasına yayılan, başta Arkeoloji ve Etnografya müzeleri olmak üzere yeni müze yapılarının açılışı izler.
Ülkemizde, Resim ve Heykel müzelerinin kurulması yönündeki öncü çalışmalar Osman Hamdi Bey tarafından 3 Mart 1883 tarihinde öğretime başlayan Sanayi-i Nefise Mekteb-i Ali’sinin açılmasıyla gündeme gelir. Resim ve Heykel Müzesi açma projesi; öğrenimi pekiştirmek, toplumun sanat ve kültürünü geliştirecek koleksiyonların yapılması amacıyla açıklanarak dönemin sanat hareketlerinin gündeminde yerini alır.
Aslında, Osman Hamdi Bey’in Resim ve Heykel Müzesi Açma projesi, Müze-i Hümayun’a Müdür olarak atanmasıyla başlar. Daha sonra açılışını gerçekleştirdiği Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’nin, eğitim sistemini örnek aldığı Ecole des Beaux Arts’ı inceleyerek, okulunun müfredat programını düzenlerken, resim ve heykel müzesi açılmasının gerekliliğini bir kez daha fark eder ve planlamasını yapmaya başlar. Osman Hamdi Bey, 18. yüzyıldan beri dünya müzelerinin öncü örneği olan Louvre Müzesi gibi bir müzeye sahip olmayı hedeflemektedir. Güzel Sanatlar Müzesinin açılması için, yönetmeliklere maddeler yazarak ilk adımları atar. Ölümünden sonra kardeşi Halil Edhem; 1910-1914 yılları arasında, Elvah-ı Nakşiye olarak adlandırdığı resim koleksiyonunun sergisini düzenler ve kitabını da kaleme alarak, emek verdiği Resim ve Heykel Müzesi tasarısını tanıtmış olur. Uluslararası sanatçıların eserlerinin bünyesinde barındıran ve Elvah-ı Nakşiye olarak tanımlanan koleksiyon, Sanayi-i Nefise Mektebi bünyesinde, Güzel Sanatlar Okulu’nun öğrencilerinin eğitimini desteklemek ve bilgi, görgülerini artırmak amacıyla bir resim koleksiyonu yapmak, bu koleksiyonun sergileneceği bir müze oluşturmak düşüncesini vurgulamaktadır. Bu girişim, Resim ve Heykel müzelerinin açılması için bir başlangıç çalışması olur.
Ancak, ilk Resim ve Heykel Müzesi’nin açılışı, Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra, 1920’li yıllarda planlanmasına karşın, 1937 yılında Atatürk’ün emriyle, Louvre Saray Müzesi örneğinde olduğu gibi, Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi tahsis edilerek projelendirilen ve açılan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ile gerçekleşir. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, açılış yıllarında, Osmanlı İmparatorluğu son döneminde başlayan ve 1937 yılına kadar yetişen sanatçılar ve yaptıkları eserlerle önemli gelişmeler göstererek gelişen resim ve heykel sanatımızı kapsamına almaktadır. 1937 yılına kadar, bir gelişim ivmesi kazanan resim ve heykel sanatımızın örneklerini sergileyen Resim ve Heykel müzesi koleksiyonu, Halil Edhem’in Elvah-ı Nakşiye koleksiyonu ile birlikte sergilemeye başlar. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi bünyesinde yapılandırılması çok önemlidir. Çünkü 20. yüzyılın sonlarında dünya Üniversitelerinin farklı ve önemli olduğunu belirleyen simgeleyen üniversite, Çağdaş Sanat Müzelerinin öncül örneğidir.
Cumhuriyet’in başkenti Ankara, 20. yüzyılın başkenti olma bilinci içinde; Vekâletler, Büyük Millet Meclisi, Bankalar, Üniversiteler, Hastaneler, resmi binalar vs. olarak, özgün mimari projeler halinde imar edilirken; Türk Ocakları, Halkevleri, tiyatrolar ve Sergi Evi gibi sosyal ve kültürel etkinlikler için planlanan binalar da imar programına alınır. Yarışma jürileri ile mimarları belirlenen bu binalar, dünyadaki örnekleri gibi, seçilmiş olan mimarların imzasını taşıyan tasarım projeleri olarak inşa edilmeye başlar. Önemlisi, bu yüzyılın dünyasının en önemli yapı tipi olan müze binalarının, dünyadaki örnekleri gibi, özel tasarım binaları olarak, bir program ve sistem içinde yapılmaya başlanması çok önemlidir. Sıra ile önce Arkeoloji ve Etnografya müzeleri açılır. Ankara’da bir Resim ve Heykel Müzesinin açılması, Devlet Resim ve Heykel Sergilerinin programlanması ve uygulamaya sokulması kapsamında planlanır. Ancak gerçekleşmesi için uzun yıllar geçer. 1920’li yıllarda düşünülmesine, 1937 yılında programın içinde yer almasına karşın, Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nin açılabilmesi için takvimlerin 1980 yılını göstermesi beklenecektir. Bu nedenledir ki, İstanbul Resim ve Heykel müzesi, çok uzun yıllar, Türkiye’nin tek Resim ve Heykel Müzesi olarak kalacaktır.
1980 yılında, Etnografya Müzesinin hemen yanında yer alan ve uzun yıllar işlevinden uzak ve atıl tutularak harap olan Halkevi binası onarılarak, Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün projesi olarak, Resim ve Heykel Müzesi adı altında açılır. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ve eşi Emel Korutürk tarafından törenle kapılarını topluma açan müzenin açılışında, mimari Arif Hikmet Koyunoğlu, yapının inşasını anlatan anılarıyla zenginleşen bir konuşma yapar.
Türkiye ve Başkent Ankara’nın sakinleri, Ankara Resim ve Heykel Müzesinin açılışı büyük bir istekle çok uzun yıllar beklenmişlerdir. Yıllarca gazete, radyo, dergi ve daha sonra da Televizyonlarda, Ankara’nın bir başkent olarak Resim ve Heykel Müzesi’ne olan ihtiyacını dile getirmişlerdir. Resim ve Heykel Müzesi’nin açılması için; yazarlar, ressamlar, eleştirmenler ve bilim adamları makaleler yazmış, haberler yapmış ve panellerde bildiriler, konferanslar vermişlerdir. 1970’li yıllarda Müze isteği ivme kazanır. Ankara’nın yaşamının gündeminde çok sık yer alan bu yoğun istek aslında, bütün dünya kentlerinin başkentlerinde ve hatta bütün kentlerinde var olan Çağdaş Sanat Müzelerinin paralelinde, Türkiye’de de Çağdaş Müzelerin açılmasının beklendiğini açıkça göstermektedir.
Çağdaş Türkiye’nin başkentinde ve kentlerinde, Resim ve Heykel Müzeleri’nin açılmasının ülkemizin itibarını artıracağını, bu arada da halkımızın kültür ve sanat anlayışına hizmet edeceğini açıkça belirten bu istemler, 1980 yılında hedefini bulur. Dünyadaki örneklerinde olduğunu gibi tarihi bir bina, Türkocağı binası Resim ve Heykel müzesine tahsis edilir. Yapı çok önemli bir restorasyon geçirerek çağdaş sanat müzesine dönüştürülür. Tarihi neredeyse bir buçuk asırla sınırlı olan Türk Resim ve Heykel Sanatı için kapsamlı ve değerli bir Resim Heykel Müzesi açılır.
Resim ve Heykel Müzesi’nde, kronolojik bir sistem içinde sanat tarihine yazılan sanat eserlerimiz sergilenmeye başlar. Daha da önemlisi, Arif Hikmet Koyunoğlu’nun tasarımı olan iki mimari yapı, yan yana, iki önemli Müze olarak Ankara’nın kültür dokusuna kazandırılmış olur. Etnografya Müzesi’nin yanında, Resim ve Heykel Müzesi de halkımıza hizmet vermeye başlar. Çağdaş Türkiye, çağdaş Müze’sine kavuşuşmuş olur. Ankaralıların ve yolu Ankara’dan geçenlerin gidebileceği Resim ve Heykel Müzesi, kendi türünde açılmış olan dünya müzelerinin izini sürdürmeye başlar.
Dünyanın gelişmiş ve ilerlemiş ülkeleri olarak tanımlanan devletlerinin başkentlerinde olduğu gibi, Ankara’da da bir çağdaş sanat eserleri müzesi hizmet vermeye başlar. Müze, devlet adamları ve kordiplomatik misyonun, gezebilecekleri, toplantılarını düzenleyebilecekleri, ziyaretçilerini gezdireceği, ülkemizin gelişmiş sanatını ve kültürünü tanıtacakları bir yapı olarak büyük önem taşımaktadır.
Ankara Resim ve Heykel Müzesine kavuşmuştur. İlerlemenin göstergesi olan Resim ve Heykel Müzesi, açılışından başlayarak, bilim adamlarının, öğrencilerin araştırma merkezi olur. Aynı zamanda, çocukların ve gençlerin zamanlarını değerlendirebileceği kültür mekânı olarak işlevini yerine getirmektedir. Toplumun kalkınmasına olanak tanıyan bir kültür yuvasıdır.
Ancak unutulmamalıdır ki, Müzelerin açılmaları kadar açık kalmalarını sağlamak ve sürekliliklerinin korunmasını gerçekleştirmek de çok önemlidir. Açılışı uzun yıllar beklenmiş olan ve başarılı bir Çağdaş Sanat Müzesi kimliğine kavuşmuş olan Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nin korunması ve gelişmesini sağlamak hepimizin görevi ve sorumluluğudur.
Bilindiği gibi kurumlar, kendi yasaları, kuralları ve yönetmelikleri ile yönetildikleri sürece, korunurlar ve sağlıklı gelişmeler gösterebilirler. Bu gerçek göz önüne alındığında, Ankara Resim ve Heykel Müzesi de, açılışının ardından kurumsallaşma sürecinde, uzman eleman yapılandırılmasından mahrum kalmış ve bu gerçek müzenin çok çeşitli sıkıntılara maruz kalmasına neden oluşturmuştur. Dünya müzelerinin gelişmelerinin ve korunmalarının en temel nedeni, alanında yetişmiş olan uzmanlar tarafından işletilmeleridir. Dünyada ve ülkemizde, Müzeler, ait oldukları türlerinin yükseköğrenimini görmüş olan uzmanlar tarafından yönetilmektedir. Örneklersek, Arkeoloji müzelerinde Arkeologlar, Etnografya müzelerinde Etnologlar ve Sanat Tarihi öğrenimi gören elemanlar uzman olarak görev yapmaktadırlar. Bu bağlamda, Resim ve Heykel Müzelerinde de Sanat
Tarihi alanında uzmanlaşmış elemanların görev yapması beklenir. Gözden kaçırılan bu gerçek nedeniyle, yönetmelikleri okuyup, anlayıp uygulayabilecek olan Sanat Tarihçilerinin müze kadrolarında yer almaması ve bu uzun süre içinde konunun bu bağlamda denetlenememesi, Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nin, sıkıntılara maruz kalmasına neden olmuştur. Müzelerin kıymetli eser olan koleksiyonlarının zarar görme ve kaybolma riskleri, tıpkı donanımlı ve güvenilir öğrenim gören elemanlardan yoksun olan bankaların kendilerini ve mevduatlarını koruyamamalarına benzer. Sıkıntılardan kurtulmanın tek bir yolu ve çaresi vardır. O da kurumların yasalarının uygulanabileceği sağlıklı çalışma ortamları yaratacak uzmanların müzelerde istihdam edilmeleridir. Bu gerçeğin kanıtı, , Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünün titiz ve başarılı girişimleriyle, son yıllarda adı sıkça kaybolan ya da sahte eserlerle anılan Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nde, Sanat tarihi uzmanlarının görevlendirilmesiyle gerçekleşen olumlu geri dönüşlerdir. Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından uzun zaman alan dikkatli incelemeler, araştırmalar ve soruşturmalar sonucunda, bilinçsizce yer değiştiren çok değerli sanat eserlerinin evlerine dönmeye başlaması övgüye değerdir ve gurur vericidir.
Kültür ve Turizm Bakanımızın direktifleri ve Müze’nin envanter çalışmalarını sağlıklı bir siteme sokan Sanat Tarihi uzmanları, Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nde, kaybolan ve Teftiş Kurulu Başkanlığının titiz çalışmalarıyla bulunarak Müzelerine, kendi evlerine teslim edilen resimlerin bulunduğu “Evimdeyim, Bir Dönüş Hikâyesi” adlı sergiyi düzenlemeleri, tarihi bir önem taşımaktadır.
Ankara Resim ve Heykel Müzesine, evlerine dönen eserler bilimsel araştırma ile incelendiğinde, bu serginin ne kadar da önemli olduğu anlaşılmaktadır. Müzeye dönen eserler, Türk Resim Sanatı tarihinin özetidir. Osmanlı İmparatorluğunun önemli sanatçılarının eserlerini kapsamına alan ve 20. yüzyılın başlarını örnekleyen sanat hareketlerini belirleyen bu eserler aynı zamanda sanatçılarımızın üsluplarının gelişmesini de belgelemektedir.
Sonuç olarak, Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nin yer değiştirerek kaybolan eserleri, bir kurum olarak müzenin varlığını ve kurumsal kimliğini koruması nedeniyle, tekrar yerlerine dönmeye başlamıştır. Sanat Tarihimizde önemli yerlere sahip olan müze koleksiyonu, uzman sanat tarihçilerinin yönetiminde, yönetmeliklere uygun güvenilir gelişimler içinde, ülkemizin sanatının tanınmasına ve kültürünün yaygınlaşmasına hizmet etmeye devam edecektir.
Prof. Dr. Kıymet GİRAY